16 Ağustos 2013 Cuma

Medyatik çağda darbe çaresizliği - Tayfun Atay


Mısır’daki katliamı dehşet ve öfke içinde izlerken zihnimin hâlâ ‘rasyonel’ kalabilen yanıyla da şunu düşünüyorum: Bu devirde bir darbenin hiç mi hiç şansı yok. 

Açalım: Darbe, esasen bir ‘Soğuk Savaş’ pratiğidir, pratiğiydi. ‘Demir’den bir ‘perde’yle bölünmüş, gergin bir dünyada nüfuz mücadelesi veren ‘ekonomi-politik’ iki sistem, özellikle de kitle iletişiminin kontrol altında tutulabildiği bir zaman ve zeminde darbelere bol bol cevaz vermiştir. 
Düşünelim mesela, Şili’de Salvador Allende’yi deviren askeri darbeye ilişkin ‘görsel’ bilgilenme imkânımız ne kadardı, neden ibaretti? Kendi adıma ben bu soruya, üstelik belgesel değil ‘kurgusal’ nitelikte bir yapıt olan Costa Gavras’ın şaheser filmi ‘Kayıp’ı (‘Missing’) işaret ederek yanıt verebilirim!.. 

Daha yakına gelelim: 12 Eylül Darbesi ne kadar görsel belgelemeye tabi tutulabilmişti mesela yaşanırken? Teşhiri ne kadar mümkün olabilmişti? Eğer olsaydı, dünya ölçeğinde tepki düzeyi ne olurdu?.. Gerçi başta söylediğime de ters düşmeyeyim: Dünyanın politik iklimine ‘Soğuk Savaş’ havasının hâkim olduğu bir zamanda motif ve motivasyonlar tabii ki çok farklıydı. Bu motif ve motivasyonların özellikle komünizm korkusu ve antipatisinden beslendiği öne sürülebilir. 

Bugün aynı yerde değiliz. Küreselleşme, bir kere ekonomi-politik temelde kendisini dışa vuran bir ‘sistemik’ kutuplaşma içermiyor. Güç ve nüfuz mücadelesi ülkeler ve bölgeler arasında tabii yine var. Ama bu, post-endüstriyel, global, ‘dijital’ kapitalizmin tek sistem (ve seçenek) olarak ve de uluslarüstü bir akışkanlık içinde koyduğu kurallara bağlılık temelinde, bu noktada mutabık süren bir mücadele. 
Ve bu kapitalizmin adeta bir ‘üst-ideoloji’ olarak insanlığın önüne koyduğu prensip, ‘tüketimcilik’; bununla bağlantılı da bir ‘özgürlükçülük’ (liberalizm)... 

Ortadoğu’da yakın zamanda ve dünyanın pek çok bölgesine göre daha gecikmiş şekilde ortaya çıkan otoriteryanizm-karşıtı halk ayaklanmalarını ve sonrasındaki dönüşümleri olanaklı kılan en önemli unsur da bu küresel-tüketimci itki. Fakat burada İslâm’ın ‘liberalizasyonu’, yani liberal İslâm, yahut o çok sevdiğimiz deyişle ‘ılımlı İslam’ inşasında çuvallandı, o ayrı bir mesele. Buna bugün burada girmeyelim. 

Sonuçta yukarıda zikredilen dinamikler doğrultusunda ‘soğuk savaş’ın zemini sert, keskin ve en önemlisi, iletişimsel anlamda ‘opak’tı. ‘Soğuk savaş-sonrası’ küresel dünyanın zemini ise (kesinlikle çok daha iyi anlamına gelmemek koşuluyla) yumuşak, kaygan ve en önemlisi, yine iletişimsel anlamda şeffaf ve geçirgen... Böyle bir zeminde bir darbenin politik ağırlığı, medyatik ‘değeri’ karşısında hafifliğe uğruyor. Darbe, anında haberler, görüntüler, demeçler, müteakiben de bitmez tükenmez tartışmalar eşliğinde lime-lime bir seyirlik malzemeye dönüşüyor. Bu şekilde her şeyin gözler önünde cereyan etmesi, yani darbenin görsel anlamda ‘nüfuz edilebilir’ olması, bir ‘güç erozyonu’na yol açıyor. 

Böylece an be an ne olup bittiğinden tüm dünyanın haberdar olduğu bir darbenin ne kadar kanlı, acımasız ve vicdansız olursa olsun bir ‘BBG evi’nden de pek farkı kalmıyor. Katliamını kapalı kapılar ardında değil, dünyaya açık canlı yayınla gerçekleştiren bir darbeden nefret etseniz de ürkmüyor, çekinmiyor, korkmuyorsunuz. Bu darbe, hedef aldığı kitleyi de caydıramıyor, ona geri adım attıramıyor. 

O yüzden ister bizde olduğu gibi ‘elektronik posta’ ile ona yeltenilsin, ister Mısır’da olduğu gibi insanlar katledilsin, sonuç değişmiyor. Küresel, elektro-dijital çağda darbe, yapanın elinde patlıyor.

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tayfun_atay/medyatik_cagda_darbe_caresizligi-1146395

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder