17 Ağustos 2013 Cumartesi

İSİMSİZ YAZIYA İSİMSİZ CEVAP

Bu metin; ne Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ne de herhangi bir yazılı-görsel medya kurumuyla kesinlikle ilişkili olmayıp, “Gönüllüler Hareketi”ne gönül vermiş bir kaç Anadolu evladı tarafından “vicdâni hamle olarak” yazılmıştır. Hiç bir surette HİZMET HAREKETİ adına açıklama yapma makâmındaki kurumlarla ilişkilendirilemez.________________________________________________________________________
“Fitne uykudadır. Onu uyandırana Allah lânet etsin.” (Hadis-i Şerif)
‘Ayakta duranların yürüyenlerden, oturanların da ayakta durandan daha hayırlı olduğu bir fitne dönemini’ daha yaşamanın utancı içerisindeyiz. Bu yangına bir kova su dökmüş olmak adına bu yazıyı kaleme almayı bir vazife bildik.
Önce birkaç kavramı ve bizi biz yapan birkaç ilkeyi hatırlamakta fayda var;
1- ”Kalbini yarıp baktın mı?” fırçasını bilmeyenimiz yoktur. Bu nedenle bir söz, sadece ne söylenmişse o anlama gelir. Onun ötesinde bir kelamın arkasında farklı niyetler okumak ahlaki, hukuki ve insani bir durum değildir.
2- ”Su-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmayı tercih ederim” düsturunu da hepimiz biliriz. Hüsn-ü zan ilkesine başka kültürlerde rastlanmaz. Çünkü o, bir İslam ahlakıdır ve bencilliğin, ‘her şeyi ben bilirimci’liğin en tesirli ilaçlarından birisidir. Dolayısıyla; ‘niyet okumak’ adına yapılan yanlışlar da ahlaki, hukuki ve insani değildir.
3- ”Zarara, zararla mukabele yoktur” hadisini de bilmeyenimiz yoktur. Dolayısıyla; bir kardeşinden duyduğu herhangi bir kötü beyana karşı bile aynıyla ve misliyle mukabelede bulunmak da bizim dünyamızda ahlaki ve insani değildir.
4- ”Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol” sözü de Mevlana’nın yedi öğüdü şeklinde, etiket etiket duvarlarımızda asılıdır. Bu sözü ezbere bilmemize rağmen ve hâl böyle iken, başkalarının hatalarının avukatı, kendi nefsimizin savcısı olmamız gerekirken, başkalarını itham etmede atılgan bir savcı, kendi hatalarımıza karşı hararetli savunmalar yapan bir avukat kesilmek de bizim dünyamızda ahlaki ve insani değildir.
—-
Bu hatırlatmalardan sonra, bir iki kavrama da göz atıp asıl beyanatımıza geçelim.
İlk kavramımız ‘tarafgirlik’…
Tarafgirlik nedir biliyor musunuz?
Tarafgirlik; Haklı olup olmadığına bakılmaksızın; taraf olduğun kişiden, gruptan, partiden, hizipten yana olmaktır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, siyasetten niçin bu kadar uzak kaldığını ifade ederken, şu misali verir:
“Eski Said, o çeşit siyaset tarafgirliğinden gördü ki: Bir sâlih âlim, kendi siyasi fikrine uyan bir münafıkı hararetle övdü ve kendi siyasi fikrine muhalif bir salih hocayı tenkit ve günahkarlıkla itham etti. Eski Said ona dedi ki: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lânet edeceksin.”
Bunun için, Eski Said “Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti” (Şeytan’dan ve menfi siyasetten Allah’a sığınırım” dedi. Ve siyaseti terk etti…
(Siz de bu satırları okurken “Hımmm, yazıya Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bir sözüyle başlandığına göre bu yazıyı yazanlar ‘cemaatçi’ diye düşündüyseniz fena halde tarafgirlik hastalığına kapılmışsınız demektir.)
Peki fitne nedir biliyor musunuz?
Fitne, Müslümanlar için bir imtihan çeşididir. Bu imtihan ancak kendisinden uzak durmakla ve ister istemez içinde kalanları da yanmamaları için kendi elini yakma pahasına tutup çıkarmakla kazanılabilir.
Bugün herkesin şöyle 1-2 dakikalığına durup, başını ellerinin arasına alıp kendi iç dünyasına yönelme günüdür. Hatırlamamız gereken o kadar da çok şey yok aslında… ‘Uhuvvet’ ve ‘Muhabbet’, yani kardeşlik ve sevgi, yani olmazsa olmazlarımız… Bu iki kavramı hatırladığımız anda her şey bambaşka bir hâl alacak ve renk değiştirecektir.
Gerçek böyle iken, son zamanlarda ‘sosyal medya’ denilen gayya kuyusunda, kendi benliklerinin sözcüsü olmayı ve bunu da herhangi bir yapıya dayandırıp tarafgirlik hissiyle hareket etmeyi kendi adlarına çok mühim bir iş zannedenlerin gürültüleri, bu hatırlamaya çalıştığımız ilkelerimizi ve kendi dünyamızı oluşturan kavramlarımızı yeniden bizden uzaklaştırıyor.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, haftalardır medya üzerinden Hizmet Hareketine dönük ithamlara yine medya üzerinden bir cevap verdi. Açıklamadaki ifadeler ve cümlelerin özenle seçildiği, saldırgan bir üslupla hazırlanmadığı açıkça anlaşılıyordu.
Bundan bir süre önce de Ak Parti’ye yakınlığıyla bilinen medya organlarında Parti ve Hareket arasında oluşturulmaya çalışılan gerilimi düşürmeye yönelik açıklama ve yazılar yer almıştı.
Ancak; ne Ak Parti’nin ilk zamanlarında partinin çilesini çekmiş, ne partinin zor zamanlarında yanında olmuş, fakat sonradan parti şemsiyesi altında kendine yer bulmaya çalışan bir kısım ‘proje kalemler’ devreye girdi. Ne olduysa oldu, parti tabanını olmadık şeylere inandırmaya çalıştılar.
İnsanlar ve gruplar arasında her zaman ayrı görüşler olabilir. Hatta her zaman tartışmalar ve tatsız sürtüşmeler de yaşanabilir. Sahabe Efendilerimiz bile bu durumdan muaf kalmamışlardır. Ancak; tartışmalar büyümeye başladığı, iş çığırından çıkmaya başladığı andan itibaren başvurulacak ilkeler bellidir.
Bu ilkelerin arasında ‘yangına körükle gitmek’ yoktur.
Bu ilkelerin arasında ‘ama önce onlar başlattı’ bahanesi de yoktur.
Bu ilkelerin arasında ‘ben haklıyım, o halde onlar hatalarını kabul edecek’ anlayışı da yoktur.
Durum böyle iken, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının gayet net ve anlaşılır bir açıklamasını dahi çarpıtmaya çalışanların Ak Parti’nin ilk dönemlerinde, zor günlerinde partinin çilesini çekmemiş kişiler olmadığı apaçık ortadadır.
Veya, bir gazetenin bütün yazarlarını hizmetin içindeymiş gibi görenlerin Ak Parti’nin gerçek mensupları olmadığı, yarın ilk olumsuzlukta gemiyi terk edeceklerden oldukları da ortadadır.
Ya da, Today’s Zaman gazetesinde bir yazarın ‘bakın parti böyle giderse yarın şöyle şöyle olumsuzluklar da yaşanabilir ve parti iktidardan düşer’ minvalindeki samimi uyarı içerikli bir yazıyı dün Cübbeli Ahmed Hocaefendi’yi, merhum Erbakan ailesini karalayan ensonhaber.com sitesinde çıkan eksik bir çeviriyle ele alıp Zaman Gazetesi’ni Sözcü gazetesiyle aynı kulvarda değerlendiren acemi toyların da Partinin genetik kodlarıyla uyumlu kişiler olmadığı açıktır.
Veyahut, kendini ‘devrimci Müslüman’ zanneden ve bağırıp çağırmasıyla ünlü, her konuda meseleyi döndürüp dolaştırıp cemaate bağlamayı başarabilen, Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) müşriklerin hakimiyetindeyken bile vazgeçmediği  Hac ve Umre’yi boykot etmeyi teklif edecek kadar lüzumsuz heyecanlı bir zatın, Zaman Gazetesi’nden bir yazarın Mısır’daki Müslümanların mücadele yöntemlerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiği yönlü bir beyanatına nasıl olur da darbecilerle aynı kafada olduğu şeklinde bir suçlama yapabilir? Bunu hangi vicdan kabul eder?
Bununla birlikte, bugün Ak Parti düşmanı zannettikleri Ekrem Dumanlı’nın bundan daha 3 ay önce çıkan “Git babana anlat bakalım” yazısını hatırlamayanlar ve bu hizmet camiasının Başbakan’a ve kadrolarına sürekli dua ettiklerini bilmeyenler acaba neye hizmet ettiklerinin farkında mıdırlar? (http://www.zaman.com.tr/ekrem-dumanli/git-babana-anlat-bakalim_2089014.html)
Hizmet camiasını Ak Parti’ye saldırmakla suçlayanlar, kimlerin hakkına girdiklerinin farkındalar mı acaba?
Mesela; 52 yaşında ömrü hizmette geçmiş, sıcak ve uzak bir yolu katedip de Kazlıçeşme mitingine giden hizmet erini, kucağında bebeğiyle kapı kapı dolaşıp referandum için evet oyu isteyen taze anneyi, Kenya’dan uçağa atlayıp gümrükte referandum için evet oyu kullanıp ailesini bile göremeden geri dönen öğretmeni üzdüklerinin farkındalar mı?
Kısacası; Parti ve Hizmet Hareketi arasında tabanda karşılık bulmayan sürtüşmeleri ayyuka çıkarmak isteyenlerin Ak Parti’nin çilesini çekmemiş, partiye sonradan monte edilen kişiler olduğu apaçık ortadadır.
Her iki tarafın da ‘ak sakallıları’, yani her iki tarafın da işin çilesini çekmiş samimi ve tecrübeli simaları inanıyoruz ki, bu geçici imtihanı bir Müslüman vakarına yakışır şekilde alınlarının akıyla vereceklerdir. Sular durulacak ve gerçek dost-düşman belli olacaktır. Bunun bir an evvel gerçekleşmesini temenni ediyoruz. Uzamasının kimseye faydası yoktur.
Yeter ki her iki tarafa da sonradan monte edilmiş ve tarafgirlik hissiyle aslında kendi nefislerinin tatmini peşinde koşarak kendi enaniyetlerini havalandırmakla meşgul Twitter baykuşları, bu olumsuz süreci uzatmasın ve gereksiz sataşmalarıyla kimseye faydası olmayan malayaniyatla uğraşmayı bıraksın artık.
Evet, Susmanın hiçbir zaman olmadığı kadar hayırlı olduğu bir dönemdeyiz.
Tekrar hatırlayalım; “Her duyduğunu başkalarına söylemesi, kişiye günah olarak yeter…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder