12 Haziran 2013 Çarşamba

‘Gerçeği söylemiş olur bir gölgeyi söyleyen...’ - Leyla İpekçi

Sessizce acı çekiyorsan, evet belki herkes adına bedel ödemeyi göze alabilirsin. Acı çekerken yalnızdır insan. Acı herkesi başka bir yerinden kanatır. Şimdi konuşuyorsun sen. Pek acı çekmiyorsun.

Müdanasız ve tek bir hedefe odaklanmışsın: Nefret etmenin zevkiyle efsunlanmışsın. Başka bir şey görmüyor gözün. Beni de görmüyorsun artık. Pervasızca, ölçüsüzce, sınırsızca konuşuyorsun. Çünkü haklı olmanın baş döndürücü gücü senin de nefsini rehin almış sonunda. Başta mazlumdun ama tahakküm edenin dilini konuşmaya başladın. Son sözünü söylemekte olan herkes kadar umursamaz, yıkıcı, kırıcısın. Tıpkı kızdığın Başbakan gibi.

Son sözünle kamaştırıyorsun var olma mücadeleni. Direniş diyorsun buna mesela. Karşı çıktığın ne varsa, diyelim Başbakan’ın üslubu, sen de onun dilini çoğaltıyorsun. Sana benzemeyenlere bir dudak payı dahi soluk bırakmayarak. Ama bu önemli değil, çünkü sen katılımcısın ve medeni, özgür, modern, bireysel! Artık küfür etmeye, sana benzemeyenleri bloklamaya, silmeye, onlara sataşmaya hakkın var. Devrimini böyle yapıyorsun.

Şimdi ‘biz’ diyorsun son sözünle. “Biz şunu istiyoruz, bıktık aşağılanmaktan, bıktık yok sayılmaktan, haysiyetimizi geri istiyoruz...” Ya ben? Ben bunları istemiyor muyum? Neden her zaman birlikte çekindiğimiz bu kitlesel ‘biz’ söylemini bu kadar savurganca kullanıyorsun şimdi bana karşı? Karşındakini kendi tanımlamalarınla boğmakta olduğunu göremeyecek denli bir sabırsızlık, bir tahammülsüzlük, bir kaba genellemecilik değil mi bu? Tıpkı kızdığın Başbakan gibi.

Beni ‘biz’den soyutladığın anda, benim kendimi sana savunmam, senin söyleminin nesnesi olmayı kabullenmem gerekiyor. Dahası, ille şunları söyleyerek lafa başlamam da gerekiyor: Gezi’de ağaçlar kesilmesin diye imza verenlerdenim. Sonuna dek destekledim. Yıllardır ağacın, suyun, tabiatın haysiyetinden dem vuran cümleler sarf ettim, hayatımızın tüm asli unsurlarına zulmeden vahşi endüstrileşmeye karşı. Ama sana kendimi kanıtlamam için bunlar yetmiyor. Tıpkı Başbakan ne yapsa, ne dese ikna olmayacağın gibi.

Sanal ortamda kendin gibi düşünenlere hapsettin kendini. Hep onlarla konuştun ve üstten, sarkastik bir tonda sergilemekte sakınca görmedin cüretkâr ifadelerini. Sana baktıkça gördüm ki kişi salt kendi hayat tarzı için direnmeye başladığında saldırganlaşıyor. Kendisine benzemeyenlerin hakkı için gayret sarf etmediği sürece çoğalamıyor.

Gezi’de değilim, evet. Salt kendi adına direnmenin bir tür tahakküm olduğunu ve çerçevelenmemiş bir özgürlüğün, kriterleri konulmamış bir hürriyetin ölçüsüzlük ve işgalcilik olduğunu gördüm.

Yıllardır ‘oradaydım’ oysa. Sen yoktun. Memlekette veya başka coğrafyalarda hayat tarzına müdahale edilen, anadilinde konuşturulmayan, evi başına yıkılan, katilleri saklanan, üzerlerine salkım bombaları atılan, zorla göç ettirilen, mülteci olan ve ama hayat tarzları bana aslında hiç benzemeyen insanlar adına bedel ödemeyi göze aldığımda sen yoktun. İşkenceye, insan haklarına karşı, faili meçhullere karşı itirazımı seslendirmek için sokaktaydım yıllarca. Sen yine yoktun.

Ama sana küfretmedim, ana baba parasıyla direniş yaptığını, ideolojisine hakim olmadığın idolleri kullandığını yüzüne vurmadım. Bana bölücü, işbirlikçi, yabancı dölü, şu bu birçok şey söyleyip sanal ortamlarda çoğalttıklarında, iftiralarıyla haber linkleri oluşturduklarında benim hayat hakkım için direnmedin. Sustun. Karışmadın. Aldırmadın. Takmadın. Şimdi sadece kendi dilini konuşanlarla anlaştığın, senin gibi yaşayanlarla kaynaştığın bir ortam kurdun ve ancak bu ortamda ilk kez ‘biz’ oldun. Şimdi bu hoyratlığının, bu sağa sola müdanasızca sataşma küstahlığının bir tür ayrımcılık olduğunu görüyorum.

Bu memlekette bir tek gencin daha ölmemesi için verdiğimiz mücadeleyi Başbakan’ın otoriter üslubundan daha ‘hayati’ buluyorum mesela. İçeride ve dışarıdaki birtakım medya otoritelerinin Esed kendi halkına zulmederken katliamlara seyirci kalmasını, buna karşılık Türkiye’de hükümetin üslup sorunundan düşürülmekte olduğunu yazmalarını hakkaniyetsiz buluyorum. Tam da barış yapacakken, tam da darbe finansörlerini yargıya taşımışken. Böyle bir lüksümüzün olmadığını düşünüyorum.

Başbakan gitsin, yerine şu gelsin, bu gelsin demenin de bir tür seçkincilik kibri olduğunu hatırlatmam gerekir mi? ‘Biz’ belirleyelim kimin geleceğini, kimin gideceğini. Bu mühendisliklerden bu memlekette çok çekmedik mi?

Kendi gibi yaşamayanları hakir gören, alay eden, küçümseyen, kendini doğallıkla üst mertebeye koyan, özü itibarıyla kamusal alanı kendi malı sayan ‘biz’ söylemi, senin dilinde kolektif bir dışlamaya dönüştü giderek. Sana söylemiyorum, ama sana söylüyorum aslında iması. Bunu reddediyorum. Bu ‘biz’ üzerimde öyle bir tahakküm oluşturuyor ki, birlikte çoğalamıyoruz. Beni azaltıyorsun, eksiltiyorsun. Oysa özgürleştiren ‘biz’ salt kendi hayat tarzını değil, salt kendi beklentilerini değil, ancak başkalarının hayatını, başkalarının haklılığını savunurken mümkün. Direniş, ancak böyle saldırganlığa dönüşmekten alıkoyar insanı.

Sessizce acı çekiyorsan, belki herkes adına bedel ödemeyi göze alabilirsin, evet. Benim adıma da. Ama üzerimde hakkın kalmamalı. Neden burada değilsin diye bıyık altından gülümseyerek, hayal kırıklığına uğramış gibi yaparak, bol bol da ima ederek üzerimde kurduğun baskıyı da reddediyorum. Seninle aynı coşkuyu paylaşmamamın nedenini tarihsel endişelerime, saflığıma filan verdin. Direnişini kendi nazarında daha asil bir yere oturttu benim yokluğum. Ben şu kadar gündür oradayım diyorsun. Ne güzel bir kendini bulma, ne rasyonel bir maneviyat tatmini.

“Gerçeği söylemiş olur bir gölgeyi söyleyen” diyen Paul Celan gibi; sana gölgeyi söyledim sadece. Ağız dolusu suskunluk sağaltabilir bizi bu saatten sonra. Konuşmak değil. Çünkü konuşmak, evet ile hayır arasındaki perdeleri bir bir indirdi. Gölgesinde esenlik bulacağımız bir direniş biçimi olmaktan çıktı. Nasıl hükümetin rantçılığı teşvik eden uygulamalarına karşıysam, senin bu ‘biz’ söyleminden devşirme rantçılığına da karşıyım, kusura bakma.


http://www.zaman.com.tr/leyla-ipekci/gercegi-soylemis-olur-bir-golgeyi-soyleyen_2099223.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder