19 Haziran 2013 Çarşamba

"Yalanla üstünlük sağlayan, gün gelir yalanla yenilgiye uğrar" - Reha Muhtar

Yalansız, dolansız bir yazı...

Cumartesi gecesi polis baskın yapmasaydı, protestocu gençler ikna edilecek, eylemler bitecekti...” lafı yalandır...

Bunu söyleyenler, bilinçli olarak “hayatın gerçeklerini gizlemeye, olayların esas nedenlerini, olmasını istedikleri sonuçlarını saklamaya“ çalışıyorlar...

Demokratik bir ülkede, “Başbakanların, otoriterleştiğini, antidemokratikleştiğini savunmak, onları istememek, bu uğurda kişisel ya da kitlesel irade ortaya koymak insan haklarına uygundur...“

Bu ülkede Başbakan’dan memnun olmamak ayıp değil...

Bu uğurda gösteri yapmak, protestoda bulunmak, kişisel hayat tarzını savunmak, “Ben bu Başbakan’ı değil, şunu Başbakan istiyorum” demek de ayıp değil, olmamalı....

***


Ancak “yalan söylemek” ayıptır...

Gerçek nedenleri sahtekarca gizlemek ahlak dışıdır...

Etik değildir..

Yalanla üstünlük sağlayan, gün gelir yalanla yenilgiye uğrar...

Yalanla hayatı değiştirmeye çalışanlar bu gerçeği bilmelidir...

***


AKP’ye hiç oy vermedim...

Bundan sonra seçimlerde AKP’ye oy vermeyi de pek düşünmem...

Buna karşın ilk günden beri, Gezi Parkı’nın “yeşil alan olarak kalmasından” yanayım...

Başından itibaren Topçu Kışlası projesinin yapılmamasından yana tavır koymaktayım...

Atatürk Kültür Merkezi’nin, ismi değişmeden daha büyük bir opera binasına ‘evet’ oyu vermekteyim...

***


Hepsinden öteye, 90 gençliğinin aktivist eylemleriyle başlayan bu protestoları da başından itibaren “demokratik açıdan haklı” görüyorum...

Ancak bu olayların kırılma noktası buralarda değil...

Gezi Parkı olayıyla “fitillenen olaylar” çok daha büyük bir ulusal ve uluslararası operasyonun parçası...

Toplam 35 yılı bulan bir siyasi geçmiş ve gazetecilik birikiminin sonunda bu noktada “yalan söylemeyi” çoluğuma çocuğuma, çevreme, arkadaşlarıma, ülkeme, insanlığa ve tarihe karşı sahtekarlık yapmayı ahlak dışı buluyorum...

Allah’ın bildiğini, gözümün gördüğünü, hayatın burnumun dibine soktuğunu; “yok farz edip” sahtekarca “Polis gelmese olaylar olmayacaktı... Uğraşılıyordu, Taksim boşaltılacaktı...” yalanına saplanamayacağımı biliyorum...

***


Bu denli “geniş ve derin çaplı bir muhalif operasyonun”, CNN’den BBC’ye, iş dünyasının krem de la kreminden, medyanın etkin bölümünü kapsayan algı yönetimine, beyaz önlüklü genç doktorlardan, lojistik destek ve kumanya hizmetine, etkin sendikaların ortak grev kararından, tarihte ilk kez ortak hareket eden BJK; FB; GS; Trabzon taraftar gruplarına kadar, kurulan “geniş, derin ve büyük muhalif koalisyon” kör gözlerin bile görebileceği biçimde apaçık ortada durmaktadır...

Bu “koalisyonu kuranlar ve oluşturanlar” ne istiyorlar, ne talep ediyorlar?..

Konu budur...

Bu konu çözülene ya da bir şekilde tamamlanana kadar olaylar ve tırmanan veya tırmandırılan gerginlik sürmeye devam edecektir...

Pazarlık Gezi Parkı değildir...

Pazarlık ya da talep edilen pazarlık çok daha derin ve başka yerlerdedir...

Onun için de Gezi Parkı’ndaki taleplerin karşılanıp karşılanmaması önemli değildir...

Bundan dolayı, bizlerin Topçu Kışlası’ndaki ve Gezi Parkı’ndaki tavrımızın zerre kadar önemi yoktur...

***


Açalım...

2007’den bu yana, toplumun bir kesimi çok gerildi...

Sadece hayat tarzı açısından değil...

Hayatların devamı açısından esas olarak...

Geçmişin bitmek bilmeyen darbe davaları, dava süreçleri, soruşturmaları, içeri alınmaları, özgürlükten yoksun bırakılmaları, bir kesim için azap verici çok ızdıraplı bir süreçtir...

Bu süreci yaşayan insanların aileleri, yakınları, yakınlarının yakınları, dostları, arkadaşları, arkadaşlarının arkadaşları, meslektaşları, akrabaları, akrabalarının akrabaları vardır...

Bunlara, “Gazi Mustafa Kemal’den esinlenmiş hayat tarzlarına”, kişisel özgürlüklerine müdahale edildiğini düşünen, sıradan insanların oluşturduğu, orta sınıf kentli burjuvaziyi eklemlendirin...

Onların, ikinci üçüncü kuşak kentli ve internetten dünyayla bütünleşmiş çocuklarını da ekleyin... “Tepkinin doğal kaynağını” bulacaksınız...

***


Türkiye’deki tablonun geniş kitleler tarafından algısı şöyledir...

30 yıllık savaş sona erdirilip, barış sağlanmaya çalışılmış;

‘Ne aldık ne verdik’ sorusu hala bir parça muamma iken;

Bir zamanların “toplum belleğine azılı terörist olarak, şırıngalanmış unsurları” bir şekilde serbest kalmaktadır...

Doğru ve haklı bir pozisyonlama olsa da;

Barış istiyorsanız, geçmişe sünger çekeceğiniz doğru ve anlaşılabilir bulunsa da...

Geçmişi tekrarlayarak barışı tesis edemeseniz de, “bu tablo başlı başına toplum tarafından sindirilmesi zaman alacak bir tablodur...”

***


Oysa bu tablonun sindirilmesine uğraşırken; “geçmişin teröristleri ellerini kollarını sallayarak vatan topraklarını terk ederken,” “zamanında vatani görevini ifa etmiş olarak bilinen ve bellenen”, üniformalı askerlerin önemli bir kısmının, hala “hapishanelerde darbe davasından yargılanıyor olması” kolay hazmedilecek sosyolojik bir olgu değildir...

Başbakan, toplumun bütününü görecek bir pozisyonda ve yüksekliktedir...

Cumhurbaşkanlığı makamına toplumsal barışı ve umudu sağlayan bir kişi olarak çıkması gerekir...

Güneydoğu’da 30 bin kişinin ölümüne neden olan olaylar, insanlar ve tarihle sağlanmaya çalışılan barış; “Beyaz Türkler’in, şehirli orta sınıfın, hassas olduğu geçmiş siyasi darbeler, darbeciler, iç hizmet kanunundan tetiklenen bekçiliklere karşı sağlanmalıdır...”

Toplum kendi içinde katmanlar arası barış ve “özgürlüğe” yol açmalıdır...

Başbakan Cumhurbaşkanlığı’na “özgürlükleri yeni bir anayasayla, barışı ise devlete karşı işlenen ve geniş kitleyi tıpkı KCK suçlarında olduğu gibi rahatlatacak bir afla“ çıkabilir...

Güneydoğu’da yaptığı gibi...

Zaman “affetme” olmasa da, unutma ve yeni bir başlangıç yapma zamanıdır...

GEZİ OLAYINDAN “ULUDERE” ÇIKAR MI?..

Gezi Parkı olayları baştan polisin orantısız şiddet kullandığı, gençlerin ise “hayat tarzlarına, yeşile ve özgürlüklere müdahale yapıldığı” tepkisiyle patlayan olaylardı...

Ancak olayın ulusal ve uluslararası destekçilerinin esas amaçları, Gezi Parkı Olayı’ndan” bir “Uludere” çıkarmaktı...

Neydi Uludere?..

Aktarılmak ve yönlendirilmek istenenin ötesinde esas gerçeği söyleyelim...

Uludere’de devletin değişik istihbarat birimlerince içlerinde; aranan teröristlerin bulunduğu zannedilen gruba havadan açılan bir ateş söz konusuydu...

Bu yanlış istihbarat sonucu siviller ölmüştü...

***


Berbat bir durumdu...

Terörist olmayan insanlar, yanlış istihbarat sonucu ölmüşlerdi...

Operasyonel muhalefet ise Uludere’yi talihsiz ve berbat bir olayın ötesine taşımak amacındaydı...

Tam kırk bin kişinin öldüğü, öldürüldüğü binlerce faili meçhulün olduğu bir savaştan, kala kala “istihbarat hatası olduğu” gün gibi aşikar bir menfur olaydan medet umacaklardı...

Uludere’den, “Vatana ihanet suçlaması ve insanlık suçu” çıkartma uğraşına girildi...

Kırk bin kişinin öldüğü bir savaşta istihbarat hatası olduğu açıkça söylenen ve özür dilenen “Uludere” ihanetin sembolü olarak kurban seçildi...

***


Sanki ortada bir “barış çabası ve arzusu yoktu da” Uludere’de bir katliam vardı...

Şimdi yapılmak istenen de Gezi Parkı’ndan bir Uludere çıkarmaktır...

Aslında AKP iktidarının yapması gereken Uludere sonrası yaptığının aynısıdır...

Uludere’de katliam yapmak istemediğini ispatlarcasına iktidar “Güneydoğu’da Barış”ı sağladı...

Gezi Parkı’nda hayata ve özgürlüklere dokunmak istemediğini gösterircesine “Cumhuriyetçi şehirli orta sınıfla” barışı sağlamalı...

Hayat “barış”ı sağlamak için kriz çıkartır...

Ya da muhafazakar bir anlatımla söyleyecek olursak; “Her şerde bir hayır vardır...”


http://haber.gazetevatan.com/yalansiz-dolansiz-bir-yazi/546796/4/yazarlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder