17 Haziran 2013 Pazartesi

ABD SÖZÜNÜ NEDEN SAKINIYOR? - Ali H. Aslan

Amerikan tuzu, Türk tuzu

Türkiye zor bir süreçten geçiyor. Ortadoğu uzmanı Graham Fuller'ın New York Times makalesinde ifade ettiği gibi, aslında yaşananlar Türkiye'nin “büyüme sancıları”.
Batı'da İslam dünyasına oryantalist önyargılarla bakmayan ve Türkiye'yi iyi tanıyanlar, geleceğe böyle iyimser bakıyor. “Türkiye nice badireler atlattı, bunu da atlatır” kanaati hakim. Muhtemelen Amerikan devletinin, özellikle bir zamanlar Fuller'ın da mensubu olduğu CIA gibi uzun vadeli analizler yapan kurumların görüşü de bu istikamette. Ancak kısa vadede durumun Washington'u Türkiye'nin demokratik istikrarı noktasında belki kamuoyuyla paylaşılandan da büyük endişelere sevk ettiği muhakkak.
ABD'nin Türkiye'yle çok ilginç bir ilişkisi var. Kültürel açıdan kendine pek yakın bulmuyor. (Buna siyasî kültür de dahil.) Ama stratejik alanda vazgeçilmez bir ortak olarak görüyor. Farklı sosyo-kültürel altyapıdan geldiği halde aynı kulüpte top koşturan iki futbolcu düşünün. Antrenmanda, maçta beraberler. Ancak futbol dışı paylaşımları az. Oyun bitince evlerine gidiyor, kendi mahallelerinde takılıyorlar. Buna benzer şekilde, ABD'nin Ankara ile yakınlığının keyfiyeti, mesela Londra'yla olandan farklı.
DEMOKRASİDE KLASMAN FARKI
Demokrasi ve özgürlüklerde ABD ve Türkiye arasındaki klasman farkı, içten içe sürtüşmelere yol açıyor. Türkiye'ye stratejik tutkunluğu baskın olan Amerikan devleti, hoşnutsuzluklarını genelde içine atıyor. Türk dostlarının övgü tutkusu ve eleştiri alerjisini de iyi bildiklerinden, bu alanlarda gördükleri arızaları çok mecbur kalmadıkça gündeme getirmiyorlar. Ancak son olaylar gibi bazı kritik eşiklerde, o rahatsızlıklar daha çok gün yüzüne çıkıyor.
Obama yönetimi, Gezi Parkı eylemleri sürecinde Ankara'ya eleştirilerini zaman içinde artan kaygı vurgularıyla ifade etmek durumunda kaldı. (Az önce ifade ettiğim sebeplerden dolayı “durumunda kaldı” diyorum). Amerikan yönetimini buna iten amillerin başında, kendi kamuoyuna karşı sorumlulukları yatıyor. Amerikan medyasının olayları yakından takip ettiği ve Ankara'ya eleştirel tonun baskın olduğu bir ortamda, Beyaz Saray'ın suskun kalması mümkün değil.       
ABD'nin yakın dönem dış politikasında, stratejik önceliklerinin, özgürlük ve demokrasi gündemine galip geldiğini biliyoruz. Öyle ki, en otoriter rejimlere sahip müttefiklerinin dahi hatalarını ifade ederken kendilerini frenlemişlerdir. Ancak dünyayı iyice küçük bir köy haline getiren globalleşme, işleri giderek değiştiriyor. Güçlenen fertler ve sivil toplum, devletlerden artan oranda şeffafiyet ve dürüstlük talep ediyor. (Edward Snowden'ın istihbari ifşaatları bu zincirin son halkalarından) Gelişen iletişim teknolojisi, icraatların daha yakından takibine, toplumsal rahatsızlıkların çabucak gün yüzüne çıkmasına ve seri şekilde paylaşılmasına katkıda bulunuyor. Sanal örgütlenme kabiliyeti, siyasî sistemlere yeni kontrol ve denge mekanizmaları getiriyor. Bütün bunlar, sadece ABD değil, tüm devletlerin kapalı kapılar ardında ve kamuoyundan bağımsız iş görmelerini imkânsız kılıyor.     
ABD SÖZÜNÜ NEDEN SAKINIYOR?
Haddizatında, Türk-Amerikan ilişkilerinde sözünü nispeten daha az sakınan taraf Türkiye. Amerikalı yetkililer genelde bir eleştiriden önce beş iltifat etme ihtiyacı hissediyor. Türk tarafı ise Amerikalılara oklarını çok daha rahat yöneltiyor. Son olaylarda da bunu müşahede ettik. Bunda kısmen Türk kamuoyundaki havanın ve Ankara'nın artan özgüveninin etkisi var. Ankara, ABD'nin Türkiye'ye ihtiyacının daha fazla olduğunu düşünüyor. Eleştirilerin iki kamuoyuna yansıma oranlarındaki farklılık da önemli bir faktör. Türk tarafının ABD'ye eleştirileri Amerikan medyasının radarına kolay kolay girmiyor. Ama Amerikalı yetkililerin ağzından çıkan her şey, çoğu kez komplo teorileriyle de köpürtülerek, yerli kamuoyuna yansıtılıyor. Dolayısıyla, Amerikan tarafının tuzu, Türk tarafı kadar kuru değil.
Düşünce kuruluşları, üniversiteler, medya gibi sivil toplum evrenlerinde yapılan eleştirilerin miktarında da orantısızlık var. Türk sivil toplumunda Amerika'ya yönelik eleştirilerin belki binde biri Amerika'da Türkiye'ye yapılıyor. Ancak Türkiye'nin tahammül eşiği çok düşük. Bunda Türkiye ile ABD arasındaki sıklet farkının doğurduğu psikolojik durumun büyük etkisi var. Mesela Amerika'da CNN'in geçen hafta saatlerce Taksim'e odaklanarak olduğundan daha kaotik bir Türkiye tablosu çizmesi, hükümeti çok kızdırdı. Anadolu Ajansı misilleme tehdidi yapsa da, Amerika'daki toplumsal bir kargaşanın Türkiye'de saatlerce canlı yayınlamasına mukabil tepki o denli fazla olmayacaktır.  
ABD, içerde kendiyle, dışarıda Batılı müttefikleriyle barışık bir Türkiye görmeyi arzu ediyor. Kuyruk acısı olan bazı gruplar, uç ideolojik çizgidekiler ve bildik kindarlar hariç, Türkiye'nin istikrarını kaybetmesini Washington'dakilerin çoğu istemiyor. Bu nedenle Ankara'nın son olaylardaki dış parmak vurgusu Amerikalıları en hafif ifadesiyle üzdü. 'Faiz lobisi' tabiri 'Yahudi lobisi'ne işaret eden örtülü bir antisemitik ve Batı karşıtı söylem olarak algılandı. Washington'u ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın Gezi olaylarında algı yönetimini iyi yapamadıkları yönündeki özeleştirisi yerindeydi. Washington ve Amerikan kamuoyundaki algı durumu da benzer analizler gerektiriyor.   

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen ay Beyaz Saray'da Başkan Barack Obama'dan gördüğü sıcak muamele, Türkiye'nin ABD'deki algısına olumlu katkıda bulunmuştu. Tam o ziyaretin Suriye dahil farklı alanlarda meyvelerini toplamaya başlayacakken yaşananlar, Ankara ile Washington'a en iyi ihtimalle zaman kaybettirecektir. Allah beterinden saklasın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder