20 Temmuz 2013 Cumartesi

İktidar nereye? - Taha Akyol

1926 yılında bugünkü Irak sınırımız çizildiğinde Atatürk ve İnönü’nün en büyük kaygısı, Kuzey Irak’ta İngiltere’nin bir “özerk Kürt hükümeti” kurdurması, bunun Türkiye’ye sirayet etmesiydi.

O sırada Irak, İngiliz mandası altındadır. Bağdat’taki İngiliz Yüksek Komiseri Henry Dobbs, kasım ayında Ankara’da Atatürk ve İnönü tarafından kabul edildi; böyle bir şey yapmayacaklarına dair teminat verdi. İngiliz büyükelçisi Ronald Lindsay de bu teminatı tekrarladı. Sınır güvenliği anlaşması bile yapıldı.
Fakat Atatürk de İnönü de bu teminatlardan memnun olmakla birlikte, “nesiller sonra” Türkiye’nin Kürt meselesiyle karşı karşıya kalacağını biliyorlardı; bunu ifade bile etmişlerdi. (Bkz. İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu, s. 575-606)
İSMET PAŞA’NIN NOTU
Bu endişeyle, o zamanın dünyasında, sıkı bir rejim uyguladılar. İsyanları aşırı şiddetle bastırdılar, kültürel yasaklar koydular.
Bu sorunun nasıl çözülebileceğine dair çok sayıda rapor hazırlattılar. Hüseyin Yayman bunların geniş özetlerini “Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası” adıyla kitaplaştırdı. 1935 yılında Atatürk, İsmet Paşa’nın tekrar Doğu gezisine çıkarak bir rapor hazırlamasını istedi. “İsmet Paşa’nın Kürt Raporu”nu Saygı Öztürk yayınladı.
Raporların özeti bile buraya sığmaz. Ben sadece İsmet Paşa’nın bu gezide özel defterine yazdığı bir notu aktaracağım:
“9 Temmuz Salı, 1935, Van: Trahom şarkı bitiriyor... Kürt meselesi vardır. Siyasi olarak sindirilmiştir. Amma vardır...”
ORTADOĞU GÜNDEMİ
Sindirilen duygular birikti, askeri darbelerde bilendi, 1984 Ağustos’unda PKK’nın Şemdinli ve Eruh katliamlarıyla patlak verdi. Bugün nerelere geldiği belli... İran, Irak ve son olarak özerklik ilanına hazırlandığı “Kuzey Suriye”deki durumu da belli.
Sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun en büyük problemi... Kürt uluslaşması gecikmiş milliyetçiliklerde görülen şiddet ve husumetiyle, sınırları sarsan bir depremler silsilesi halinde Ortadoğu gündemine giriyor.
İç sorun olduğu kadar, Ortadoğu, dolayısıyla dış politika sorunu.
DIŞ POLİTİKA
Böylesine tarihsel çapta kritik bir dönemde hükümet iç ve dış politikada son derece soğukkanlı, hesaplı ve realist olmalıdır. Özellikle Ortadoğu sorunlarında keskin ve münferit tavırlar yerine, çeşitli ülkelerle söylem ve davranış birliği sağlayarak hareket etmelidir.
Kritik sorunlar olmasa bile, dış politika konularının diplomatik dille ve usullerle yürütülmesi, miting söyleminden sakınılması şarttır.
Peki, Mısır ve Suriye konularında istikametimiz doğru halde, kaç ülkeyle söylem ve davranış birliği halindeyiz? Müslüman veya Batılı kaç ülkeyle?
‘YÖNETME’ SORUNU
İç politikada, toplum öfkelerle kutuplaşmışsa, geniş toplumsal destek gerektiren politikaların uygulanması çok zor olur.
Kaç defa yazdım, yine yazmaktan kendimi alamıyorum; siyaset bilimin adeta tabiat kanunudur: “İktidarların süresi uzadıkça güç kullanma eğilimi artar, karşıtlarının da tepkisi artar”.
İşte, Sayın Başbakan’ın üslubu gittikçe daha öfkeli, sokaklar ise ‘olaylı’ hale geliyor!
Böyle devam edersek nereye varırız?!
Demokrasi literatürünün en önemli konularından biri “yönetilebilirlik” sorunudur. Kürt meselesinin çok geniş mutabakatlara dayalı politikalar gerektiren bir cesamete ulaştığı bu dönemde, yönetilmesi zorlaşmış bir Türkiye düşünebiliyor munuz? Kâbus gibi!
Uzun süresiyle de büyüyen Kürt sorunuyla da en zor döneme girmiş olan iktidarın alkışa değil, itidale ihtiyacı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder