24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bu bir tür paylaşılmış delilik…

Komplo teorilerinden geçilmiyor; artık adres, tarih, isim ve yer verilerek neler olacağı, nasıl olacağı anlatılıyor. Hayır, muhaliflerden değil; akla ziyan komplo teorileri hükümet yanlılarından. Her gün her saat, hangi lobinin, mahfilin isyan başlatacağı, kriz kışkırtacağı anlatılıyor.
Gerçi bunlar bilinmedik şeyler değil; bu sözleri her yerde duyabilirsiniz, kahvede, berberde, dolmuşta, ev sohbetlerinde. Şaşırtıcı olan, bunların hükümet çevrelerinde bu kadar yoğunlukta ve sürekli konuşulmasıdır. Hükümet çevrelerini bırakın, bizzat Başbakan neredeyse günde beş vakit bu hikâyeleri anlatıyor; sürekli olarak oyunlardan, tuzaklardan, ihanetten bahsediyor.
Gezi olayları komplo, Suriye’de olup bitenler komplo, faizin yükselmesi komplo, altın fiyatlarının düşmesi komplo… Herkes komplonun içinde; ABD, Avrupa, İsrail, İran, Rusya, bankacılar, iş adamları, akademisyenler, gazeteciler, ana muhalefet, yavru muhalefet, Cemaat, anti-kapitalist Müslümanlar, Kürtler, Aleviler herkes komplonun bir parçası. Bir belediye başkanı sabah akşam kimlerin nasıl isyan edeceğini anlatıyor, köşe yazarları, acar strateji uzmanları derin komplolar anlatma yarışına girmiş durumda.
Çok değil, bundan birkaç ay öncesi Başbakan’ın konuşmaları, yapılan ve yapılacak hizmetlere ilgili olurdu. Başbakan; ekonomiyi ne kadar büyüttüğünü, demokrasiyi nasıl geliştirdiğini, Türkiye’yi nasıl dünya gücü haline getirdiğini uzun uzun anlatırdı; yeni hizmetleri; köprüleri, kanalları müjdelerdi. Bir de muhalefete çatardı; CHP’nin bu hizmetleri aklından bile geçiremeyeceğini söylerdi. Elbette artık neredeyse tamamı hükümet yanlısı olan medya da bunları tekrarlar, Türkiye’nin nasıl uçtuğunu ballandıra ballandıra anlatılırdı. Hele hele hükümetin ekonomik başarıları anlatıla anlatıla bitirilemezdi, liberal yazarlar hükümete en çok ekonomi ile ilgili on numara verirlerdi.
Şimdi bir anda ne oldu; her şey nasıl ters döndü, herkes hükümete niçin düşman oldu, bilemiyoruz; bunu kimse söylemiyor. Ama sabah akşam yeni yeni düşmanların yeni yeni tuzakları, oyunları, komploları anlatılıyor. Ağustosun 15’inde isyan başlıyormuş; İran’da eğitilmişler, İsrail’den geleceklermiş… Yok hayır, üniversiteler açılınca kopacakmış kıyamet, tüm hazırlıklar bunun içinmiş, sosyal medyada örgütleniyorlarmış. Fitne kol geziyormuş; Tahrir’i Taksime taşımak üzereymişler. Esnafı çökerterek hükümeti devirme hesabı içinde olanlar varmış.
Peki, nedir bu, bu gelinen nokta neyin işaretidir, nasıl bir siyasetin, hangi psikolojinin sonucudur, bu tablo?
Yaklaşmakta olan seçimleri kurtarma hesabı diyeceğiz ama bu, bugüne kadar defalarca gördüğümüz seçim atmosferinin çok ötesinde bir tırmanış. Kaldı ki bu sert kutuplaştırma ve düşmanlığın seçimlere iktidar partisi lehini yansıyacağının bir garantisi yok. Evet, bu gerginliklerin sonucunda iktidarın çekirdek tabanında safların sıklaştığını görebiliyoruz ama bir kitle partisi olan AKP’nin, partisine daha gevşek bağlarla bağlı olan en azından bir yüzde 25’lik seçmen kitlesinde, tedirginlik oluşmakta, bu insanlar siyasi ve ekonomik istikrarın ortadan kalkacağı korkusuna kapılmaktadır. Kamuoyu araştırmaları ile seçmen davranışlarını günü gününe izleyen Başbakan Erdoğan’ın bu durumu tespit etmemesi mümkün değil. O halde Başbakan neden sürekli olarak ateşin üzerine benzinle gitmektedir?
Yoksa işler gerçekten sarpa mı sardı? Mesela; Türkiye’nin ekonomisi “sistemin gerektirdiği tedbirler” zamanında alınmadığı için kriz noktasına gelmiş de Başbakan sorumluluğu uzak ve kolay düşmanlara yükleyip işin içinden sıyrılmaya mı çalışıyor? Ama bu işin şakası yok; patlayacak bir ekonomik kriz her şeyi alt üst eder ve kitleler bunun hesabını öncelikle hükümete keser. Biz bunu yakın siyasi tarihimizde defalarca gördük.
Ekonominin dışında da sorunların olduğu ortada; mesela; Türkiye’nin; Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bölgede kurduklarını iddia ettikleri oyunun işlemediği görünüyor. Mısır’da ve Suriye’de işler fena karışmış gibi; hiçbir şey Türkiye’nin istediği gibi gitmiyor. Türkiye’nin birlikte iş tuttuğu ülkeler; ABD; Katar, Suudi Arabistan çoktandır başka ortaklarla başka işler çeviriyorlar. Niçin böyle oldu, hükümet hangi rasyonalite ile Rusya ve ABD’nin Suriye’de kotarmaya çalıştıkları “barışı” sabote etmeye çalıştı bilemiyoruz ama ipin Suriye için planlanan Cenevre Konferansı hazırlıklarında koptuğu açık.
Bölgedeki oyunlarla ayda 10 milyar dolar açık veren Türkiye ekonomisinin finansmanı arasında sıkı ilişkilerin bulunduğunu, Türkiye’nin cari açığını Körfez dolayımlı fonlarla kapattığını bilmeyen yok.
Evet, AKP’nin 10 yıldır devam eden iktidarı boyunca “önemli” siyasal reformlar yaptığını kimse inkâr etmiyor ama tam demokrasiye geçmek içinde sistematik adımlar atmadığı da ortada. Türkiye hala 12 Eylül Anayasası ile yönetilmektedir, eski vesayetçiler büyük ölçüde tafsiye edildi ama vesayet kurumları yerli yerinde duruyor. Seçim yasaları, siyasi partiler yasası değiştirilmedi. Kürt açılımı kör topal ilerlediğini kabul etsek bile henüz anayasal ve yasal gerekler yapılmadığı için işler her an ters dönebilir.
Başbakan Erdoğan’ın, -mış gibi yaparak en azında yarı başkan ya da partili cumhurbaşkanı olarak 10 yıllık yeni bir dönem başlatmak istediğini biliyoruz. Ama işler istediği gibi yürümedi; CHP ve MHP bunun için işbirliği içine girmedi, Erdoğan BDP ile de yapmaya cesaret edemedi. Birçok şey ama en çok bu, Başbakan’ın moralini bozmakta, geleceği görmesini zorlaştırmaktadır.
Bütün bu belirsizlikler Başbakan ve adamlarının yönelimi bozmuştur; işin içinden çıkmak için uzandıkları her araç ellerinde kalmaktadır. Hiç kuşku yok ki bu duruma gelmelerinin sorumluları kendileridir. Kendileridir çünkü 10 yıllık iktidarlarını köklü reformlar yaparak değil, palyatif tedbirlerle, günü birlik işlerle geçirdiler. Elbette biliyorlardı ekonominin sıcak para ile döndüğünü ama onlar Ağustos böceği gibi davrandılar. Sadece halkı değil kendilerini de her şeyin yolunda gittiğine inandırdılar.
Hiçbir şey onların değildi, emek ürünü olan bir şey yoktu. Sadece ekonomi değil; siyasette, kültürde, bürokraside… her alanda ödünç araçlarla çalıştılar. Ganimet başlarını döndürdü; “biz neymişiz biz” demeye başladılar, böbürlendiler, kibirlendiler. On yıl neymiş ki, “2023 bize az” demeye başladılar, 2053, 2071 hedefleri koydular. Ama şimdi tutunduklarının çalı çırpı, kuru ot olduğu anlaşıldı, neye tutunuyorlarsa ellerinde kalıyor. Paniğin sebebi budur; hala kibirleri gerçekleri görmelerini engelliyor. Kendileri sorumlu olamayacağına göre düşmanlar var, hainler var, komplolar var diyorlar.
Hiç kimseyi dinlemediler, herkese tepeden baktılar, hakikatlere uçlarından dokunanları bile yanlarında tutmadılar. Hep susturdular; “ama” diyen herkesi mahkûm ettiler, düşman, hain ilan ettiler. İnsanları ya kovdular, yalnızlığa ittiler ya da memurlaştırdılar; memurlaşmayı kabul etmeyen herkesi itibarsızlaştırdılar, dışladılar.
Şimdi ise panik içindeler, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ne yapacaklarını söyleyecek tek kişi kalmadı yanlarında, zaten onları dinleyecek durumda da değiller. Şimdi ellerinde kalan memurlaşmış tiplerin komplo teorilerine sarıldılar. Eski rejimin araç ve yöntemleri revaçta; tetikçi gazeteciler, köşe yazarları, strateji uzmanlarına kaldılar. Biri uyduruyor, diğeri bunu tekrarlıyor. Böyle olunca da ilk söyleyen sonra söyleyeni kaynak göstererek saçmalıklara inanamaya ve yaymaya başlıyor. Bu bir tür paylaşılmış delilik.
Ülkeyi iyi kendileri ve kötü ötekiler diye böldüler; her gün daha çok insanı kötü ötekiler kategorisine dahil ediyorlar. Aynen başa döndük; iç düşmanlar ve dış düşmanlar.
Bu sağlıklı bir hal değil; koskoca ülke bir belirsizliğe doğru sürükleniyor.
Çok şeye değil asgari bir rasyonaliteye ihtiyaç var. Bu ülkeyi yönetenler, Başbakan ve adamları “gerçeklik”e geri dönmeleri gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder