12 Eylül 2013 Perşembe

ABD, 2030 dünyasını nasıl görüyor?



Türkiye, bir dizi nedenden, meselelere bırakın uzun vadeyi, orta vadede bile bakmakta çok becerikli bir ülke değil; bu sevimsiz durumun altında muhtemelen kısa, çok kısa vade gündemin dayanılmaz ağırlığı yatıyor.
Meselelere uzun vadede bakmak derken kesinlikle bir planlama kavramına gönderme yapmıyorum, planlama mantığını her zaman çok demokratik bulamamışımdır; bırakın iktisadi, sosyal planlama projelerini, 2018 senesinde kimin Genelkurmay başkanı olacağının bir kamu kuruluşunda belirleniyor olması bile beni rahatsız eder, bu belirlenme 2018 senesinde, nasıl tecelli edeceği bilinmez, siyasi otoritenin tercihini ciddiye almamaktır. Ancak, planlama kavramına karşı olmak, yakın gelecek için mesela 2023, mesela 2030 için projeler geliştirmeye, hedefler koymaya engel değil; Sayın Başbakan Erdoğan'ın 2023 için kişi başına gelir hedefleri koymasını, pratik engeller bir yana, bu açıdan çok önemli ve yararlı buluyorum.
Elimde ABD'nin ünlü “National Intelligence Council” (NIC), muhtemelen Ulusal İstihbarat Konseyi” diye çevirebiliriz, resmi kurumunun “2030: Global Trendler” başlıklı, Aralık 2012 tarihli, bendenizin çok önemli bulduğu bir yayını var; bu raporun İngilizce versiyonuna internet üzerinden www.dni.gov/nic/globaltrends adresinden ulaşabilirsiniz; bu rapor, isminden de anlaşılacağı gibi, 2030 senesine ilişkin global-küresel trendlere ilişkin NIC'in öngörülerini, alternatif senaryolarla birlikte içeriyor. Raporda Türkiye'nin de ismi çok yerde geçiyor ama temel vurgular, tahmin edebileceğimiz gibi, ABD, Çin, Hindistan ve Rusya üzerinde.
Raporu dikkatli bir bakışla incelediğinizde karşınıza 2030 senesine yönelik dört temel yönelim ve bu dört temel yönelime tehdit niteliğinde beş olgu çıkıyor, sonuçta da rapor önümüze 2030 senesi için dört muhtemel senaryo ya da dört farklı dünya tasavvuru koyuyor. Bu tür raporlar, üstelik NIC gibi CIA'e çok yakın bir Amerikan resmi organı tarafından hazırlanmış ise, aklımıza ne ölçüde objektif bir değerlendirme olduğu, ne kadar manipülatif ya da isteksel bir içerik ve amaçlar taşıdığı sorusu takılabilir ama raporu dikkatli okuduğunuzda ortaya farklı senaryolar konduğu görülüyor ve büyük ölçüde de bilimsel yöntemlerle hazırlandığı izlenimi yaratıyor, yukarıda raporun İngilizce metninin internet adresini verdim, isteyen açıp okuyabilir ve kanaatini oluşturur.
Raporda 2030 senesine yönelik saptanan ilk temel eğilim orta sınıfın önlenemez yükselişine ilişkin; orta sınıfın 2030 senesine yönelik hızlı yükselişine ise bir dizi faktör neden oluyorlar. 1950'li yıllarda dünya nüfusunun ancak yüzde 25-30'una ulaşan kent nüfusu yapılan projeksiyonlara göre 2030 senesinde dünya nüfusunun yüzde altmışına ulaşacak; sadece bu gelişme bile yani dünya nüfusunun yarısından çok fazlasının kentlerde yaşayacak olması orta sınıfın yükselmesinin önemli bir nedeni ama sadece de bu değil. 2030 dünyasında küresel gelirin paylaşımında yine çok büyük sıkıntılar olacağı kesin gibi ama bu küresel gelir bölüşümü sorunları bir genel trend, yönelim olarak ortalama kişi başına gelirin de yükselmesine engel değil, hesaplamalar çok net olmasa da ortalama kişi başına gelirin bugüne oranla çok daha yüksek olacağı kesin, bu gerçek de fakirliğin de bir noktaya kadar gerileyeceğinin işareti. Kent nüfusunun artışı, kişi başına gelirin yükselmesi yani fakirliğin bir ölçüye kadar gerilemesi, zenginleşmeye paralel olarak eğitim düzeyinin yükselmesi, sağlık hizmetlerine erişimin artışı, bir bağımsız değişken olarak algılanan teknolojinin gelişimine paralel olarak iletişim teknolojilerinin hem ulaşılabilirliğinin hem etkinliğinin yükselmesi çok güçlü bir orta sınıfın ve bugüne oranla mukayese bile edilemeyecek bir özgürleşmiş orta sınıf mensubiyet tipolojisinin ortaya çıkışına ya da daha yükselmesine neden olacak. Yükselen orta sınıf ve özgürleşen bireyin yükselişi raporda 2030'a yönelik en temel tahmin ve anahtar kavram olarak yer alıyor.
İkinci önemli yönelim, muhtemelen birinci yönelimin bir sonucu olarak, küresel gücün dağılımı olarak gözüküyor; 2030 senesinde NIC'in (ABD) raporunda ABD'nin tartışılmaz küresel güç olma özelliğini büyük ölçüde yitireceği, küresel güç kavramının da niteliğinin değişeceği, hegemonik güç kavramının ortadan kalkacağı, küresel gücün çok kutuplu bir dünyada bilgi ağları, farklı koalisyonlar tarafından paylaşılacağı tahmin yer alıyor. Bu yorum yazısını kaleme alan (artık muhtemelen tuşlayan demek lazım) bendeniz ise 2030 senesinde ABD'nin gücünün azalmak bir yana daha da artacağı kanısında; 21. asırda küresel gücü “bilgi” belirleyecek, dünyanın en iyi üniversiteleri de tartışılmaz bir biçimde ABD'de ise, yakın gelecekte bu tekelin değişeceğine yönelik bir emare de yok ise, bilgi üretme imparatorluğu ABD'nin bu gücünü başkalarıyla paylaşacağını bendeniz zannedemiyorum. Üçüncü önemli yönelim demografik yönelimler; küresel nüfusun yüzde altmışının kentlerde yaşayacağı, dünya nüfusunun ve özellikle de kentsel nüfusun yaşlanacağı bir dünya olacak 2030. Bu genel yaşlanma eğiliminin ekonominin geneli, verimlilik, sosyal güvenlik sistemleri üzerinde çok önemli etkileri olacak ve bu etkiler 2030 dünyasının dengelerini büyük ölçüde belirleyecek ama gelişmiş ve yaşlanmış ülkelere yönelik göç hareketlerinin, başta ABD olmak üzere bazı dengeleri olumlu anlamda değiştirmesi de beklenebilir.
Büyük yönelimlerin en sonuncusu 2030 dünyasında gıda ürünleri, su ve enerjinin bugüne oranla dahi çok büyük bir öneme sahip olacakları gerçeği; artan nüfus, artan gelir gıdaya, suya ve enerjiye olan talebi artıracak. Tüm dünya yöneticilerinin  bu temel soruya bir cevap aramalarında büyük fayda olacağı muhakkak.
Gelelim 2030'a doğru artan tehditler konusuna;  yukarıda çok özet olarak yansıtmaya çalıştığım dört temel yönelimin önünde birinci tehdit küresel büyük bir kriz ihtimali, ikincisi siyasal yönetimlerin değişen dünya koşullarına uymada zorlanması ya da gecikmesi, üçüncüsü bir dünya savaşı olmasa bile artan çatışmalar. Bu çatışmalar ulus devletler içinde yaşanacak iç savaşlar olabileceği gibi önemli devletlerarası savaşlar da olabilecek. Dördüncü önemli tehdit faktörü de bölgeler arası farklılıkların önemli dengesizliklere neden olabilme ihtimali. Beşinci faktör, ne kadar tehdit olarak değerlendirilebilir ayrı bir tartışma konusudur, teknolojik gelişmelerin ekonomik verimliliğe, artan nüfusun yaratacağı sorunlara, büyük kentleşme hareketine bir destek sağlayamama, başka bir ifade ile de teknolojik gelişme ile toplumsal refah ilişkisinin nispi olarak kopma ihtimali.

Yorum yazımın sınırlarına geldiğimin farkındayım, bu konuya umarım başka bir yazıda devam eder, muhtemel dört dünya senaryosunu da aktarmaya gayret ederim; keşke bizler de 2023'e ya da 2030'a yönelik hedef koyma başarısı yanında, alternatif muhtemel senaryoları, en iyisinden en kötüsüne kadar da dizayn edebilsek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder